Şiir Sırası / Hece 168, Aralık 2010
Ali K. Metin
Mustafa Celep muhalif duyarlıktan beslenen anti-konformist bir şiir yazıyor. Bireysel yaşantıyla siyasal, toplumsal gerçeklik arasında kurduğu kurmaca bağlardan varoluşsal bir durum, bir bilinç geliştirmek isteyen poetik tutum şiirinin genel anlamıyla egemen özelliğini teşkil etmektedir. Soluklu ve enerjik olduğu kadar rahat okunan bir şiir yazıyor olmasını da karakteristik unsurları arasında sayabiliriz. Bunda bilhassa sese dayalı söyleyişin etkin rolü var. Ancak rahat okunurluk her zaman şiirin lehine bir anlam taşımayabiliyor. Kolaycılıktan veya sesin tınısına kapılmaktan kaynaklanan iptidaileşmelerin bir çoğuna rahat okunur, akıcı şiir değerlendirmesi yapılması ise gerçekten de eleştirel bir garabettir. Nazım Hikmet’in slogana ve didaktizme boğulmuş bir kısım şiirleri bu meyanda ibretamiz örnekler olarak hatırlanmalıdır. Celep’in “Yunus Emre Şiiri” (Hece-167) söyleyişteki rahatlığıyla okuyucuyu içine çekebilmeyi başaran bir şiir. Ama bundaki rahatlığın aynı zamanda tedirgin edici bir tarafının olduğunu da söylemem gerekiyor. “Türkiye’yi Türkiye yapan gönül sendedir”, “Lanet edersin uşaklarına kapitalizmin”, “Bir adam sevgisiz kalıyorsa Yunus’u bilmediğinden.”tarzındaki deyişler bizi böyle bir tedirginliğe sevk etmekte. Şairin buradaki sorunu ciddiye alması ve üzerine durması yararına olacaktır. Şiirindeki diri, enerjik öz bir anlamda heba edilebiliyor çünkü. “Adalet istiyorum Yunus Emre niye unutuldu?/İskilipli niçin öldürüldü, Adalet/Cezayir şehitleri, Filistin şehitleri, Adalet/Yazıcıoğlu, Adalet/Şeyh Ahmet Yasir, Adalet/Said-i Nursi, Adalet/Esat Erbili, Adalet/Cevher Dudayev, Adalet/Büyük harflerle ADALET istiyorum”.Kolaycılıktan sakınmalı. Şiirin sağlam bir malzemeye ihtiyacı olduğu
kadar, aynı zamanda bu malzemeye hayat verecek emeğe ve sabra ihtiyacı vardır. Kömürün elmasa dönüşmesi hem yetenek hem de bir emek ve sabır işidir. Celep, yeteneğini kullanma konusunda daha dikkatli olmak zorunda. Bunun için belki de, yazdığımız her şiiri yazacağımız son şiirmiş duygusu, harareti, dikkatiyle yazmaya çalışmalı. “Yunus Emre Şiiri”, bilhassa ilk bölümündeki başarılı anlatım ve malzemenin niteliğiyle dikkat çekebilmektedir. Buradaki malzeme (izlek ve duyarlık) içsel bir tutarlılıkla şiirin devamına taşınabilmiş olsaydı, eminim çok daha farklı bir sonuçla karşılaşmış olacaktık. Ancak üzerinde durulması gereken esas nokta, tematik ve söylemsel bağlam açısından, birinci bölümün şiirin genel havasından ve hatta kastından ayrışmış bir nitelik sergilemesidir. Birinci bölümde, belki şairin bile kastını aşmış şekilde emek ve kapitalizm çelişkisine odaklı göndermelerin yer alması, beklentilerimizi doğrudan bu noktaya teksif eden bir ana fikre, bir mantık sürecine hazırlamaktadır. Şiirin organikliği tam da zaten içsel unsurlar arasında kurulacak mantık ve ruh bağlarıyla sağlanır. Bunun için söylemsel akışı/zincirlenmeyi takip eden bir mantık bütünlüğünün gözetilmesi önemlidir. Şiirin mantığı hiç kuşkusuz düzyazı mantığından farklıdır, kanıtlama, açıklama, temellendirme prosedürleri yerine bir anlamın, imgenin, duyarlığın cisimleştirilmesi esasına dayanır. Bu da şiirin anlatım unsurları arasında anlamlı, özsel ilişkiler kurulmasını gerektirir. Yapıbozumcu şiirde bile, bozmaya mahsus edimde içkin tutarlı bir mantığın gözetilmesine ihtiyaç vardır. Sürrealizm gibi farklı poetik temeller üzerine kurulmadıkça, şiir kendi iç mantığını oluşturmak zorunluğundadır. Ne ki, organiklik veya iç mantık dediğimiz şeyin şiirin yapısal değişkenleriyle ilintili olarak pek de öyle sabitlenemez bir nitelik taşıdığı göz ardı edilmemeli. Yüzeysel düzeyde eklentisel/yapıştırma gibi gözüken anlatım birimlerinin, derin düzeyde organik bağlar taşıyabilmesi elbette mümkün. Dahası şiirin, farklı yorumlara açık anlam katmanları/söylemsel bağlamlar içerebileceği hesaba katıldığında, anlatım birimleri arasında farklı söylemsel ilişkiler kurulabileceği de görülür. Celep’in sözkonusu şiiri, böylesi bir çoğullaşmayı hedeflememiş olsa bile, bunu en azından –parçalanma, bütünsüzlük pahasına bile olsa- bize bir imkan olarak verebilmektedir. Bu sebeple, sözünü ettiğim söylemsel bağlamın (emek-kapitalizm çelişkisinin) şairin kastına denk düşüp düşmediği aslında pek de önemli değil. Bizi burada bütün bunları söylemeye itense, şiirin hakim kurgusuyla bahsettiğimiz tikel-söylemsel bağlam arasındaki örtüşmezlik, daha doğrusu çoğulcu düzlem olmuştur. Oysaki bunun “Babamın anısına, rahmetle” ithafı bağlamında baba figürünü “işçi”, “Yunus”, “adalet” motifleriyle dokuyan, ancak dokun(ul)an unsurları şairin varoluşsal duyarlığına içselleştiren bir anma şiiri olduğu aşikar. Bahsettiğim söylemsel bağlama temel teşkil eden “Dindar işçilerin Allah! Allah! Nidalarını düşün/Vaktidir inanmak gerek bir işçiye daima/işçinin inandıklarına/inanmak gerek/Yunus’tan vird-i kelam edişini işçinin bir düşün/BİR İŞÇİYE İNANMAK ÇOK SİYASİ BİR ŞEYDİR/omiriliklerin ağrır, sabahları uyanamazsın, eve geç/gelirsin akşamları/Yunus’u açıp bu güne, metropoller evrenine/ getirmek istersin, İŞÇİLERİN DÜNYASINA/Halkın dünyasına bir işçi kadar inanmak istersin”mısralarını ise doğrudan baba figürünün somutlanmasına yönelik olarak anlamamız isabetli olur. Bununla birlikte şiir, anmanın ve baba figürünü temyiz etmenin ötesinde varoluşsal bir atmosfer, bir imgelem sürecine kanalize edilerek anlam dünyası çoğullaştırılmaktadır. Dolayısıyla burada bir anma şiirinin aynı zamanda varoluşsal bir şiir haline gelebildiğini görüyoruz. Varoluşsal şiirden kastettiğim tabiî ki varoluşçuluk değil; öznel bilinç ve halleri bir iradeye (aksiyoma) doğru evirmekle tebarüz eden poetik söylemleşme biçimleridir. Ancak varoluşsal karakteristik, söylemsel unsurlar arasında içsel bağlar kurmayı gerektirir. Varoluşsal şiirde söylem, organikleşmek zorunluğundadır; dahası organikleşme sürecini tezahür ettiren oluşsal bir niteliği haizdir. Başka deyişle zihin veya gözlem, görüntü, bulgu şiiri değil, içsel ve/veya dışsal nitelikli bir hareketin, iradenin şiiridir.
kadar, aynı zamanda bu malzemeye hayat verecek emeğe ve sabra ihtiyacı vardır. Kömürün elmasa dönüşmesi hem yetenek hem de bir emek ve sabır işidir. Celep, yeteneğini kullanma konusunda daha dikkatli olmak zorunda. Bunun için belki de, yazdığımız her şiiri yazacağımız son şiirmiş duygusu, harareti, dikkatiyle yazmaya çalışmalı. “Yunus Emre Şiiri”, bilhassa ilk bölümündeki başarılı anlatım ve malzemenin niteliğiyle dikkat çekebilmektedir. Buradaki malzeme (izlek ve duyarlık) içsel bir tutarlılıkla şiirin devamına taşınabilmiş olsaydı, eminim çok daha farklı bir sonuçla karşılaşmış olacaktık. Ancak üzerinde durulması gereken esas nokta, tematik ve söylemsel bağlam açısından, birinci bölümün şiirin genel havasından ve hatta kastından ayrışmış bir nitelik sergilemesidir. Birinci bölümde, belki şairin bile kastını aşmış şekilde emek ve kapitalizm çelişkisine odaklı göndermelerin yer alması, beklentilerimizi doğrudan bu noktaya teksif eden bir ana fikre, bir mantık sürecine hazırlamaktadır. Şiirin organikliği tam da zaten içsel unsurlar arasında kurulacak mantık ve ruh bağlarıyla sağlanır. Bunun için söylemsel akışı/zincirlenmeyi takip eden bir mantık bütünlüğünün gözetilmesi önemlidir. Şiirin mantığı hiç kuşkusuz düzyazı mantığından farklıdır, kanıtlama, açıklama, temellendirme prosedürleri yerine bir anlamın, imgenin, duyarlığın cisimleştirilmesi esasına dayanır. Bu da şiirin anlatım unsurları arasında anlamlı, özsel ilişkiler kurulmasını gerektirir. Yapıbozumcu şiirde bile, bozmaya mahsus edimde içkin tutarlı bir mantığın gözetilmesine ihtiyaç vardır. Sürrealizm gibi farklı poetik temeller üzerine kurulmadıkça, şiir kendi iç mantığını oluşturmak zorunluğundadır. Ne ki, organiklik veya iç mantık dediğimiz şeyin şiirin yapısal değişkenleriyle ilintili olarak pek de öyle sabitlenemez bir nitelik taşıdığı göz ardı edilmemeli. Yüzeysel düzeyde eklentisel/yapıştırma gibi gözüken anlatım birimlerinin, derin düzeyde organik bağlar taşıyabilmesi elbette mümkün. Dahası şiirin, farklı yorumlara açık anlam katmanları/söylemsel bağlamlar içerebileceği hesaba katıldığında, anlatım birimleri arasında farklı söylemsel ilişkiler kurulabileceği de görülür. Celep’in sözkonusu şiiri, böylesi bir çoğullaşmayı hedeflememiş olsa bile, bunu en azından –parçalanma, bütünsüzlük pahasına bile olsa- bize bir imkan olarak verebilmektedir. Bu sebeple, sözünü ettiğim söylemsel bağlamın (emek-kapitalizm çelişkisinin) şairin kastına denk düşüp düşmediği aslında pek de önemli değil. Bizi burada bütün bunları söylemeye itense, şiirin hakim kurgusuyla bahsettiğimiz tikel-söylemsel bağlam arasındaki örtüşmezlik, daha doğrusu çoğulcu düzlem olmuştur. Oysaki bunun “Babamın anısına, rahmetle” ithafı bağlamında baba figürünü “işçi”, “Yunus”, “adalet” motifleriyle dokuyan, ancak dokun(ul)an unsurları şairin varoluşsal duyarlığına içselleştiren bir anma şiiri olduğu aşikar. Bahsettiğim söylemsel bağlama temel teşkil eden “Dindar işçilerin Allah! Allah! Nidalarını düşün/Vaktidir inanmak gerek bir işçiye daima/işçinin inandıklarına/inanmak gerek/Yunus’tan vird-i kelam edişini işçinin bir düşün/BİR İŞÇİYE İNANMAK ÇOK SİYASİ BİR ŞEYDİR/omiriliklerin ağrır, sabahları uyanamazsın, eve geç/gelirsin akşamları/Yunus’u açıp bu güne, metropoller evrenine/ getirmek istersin, İŞÇİLERİN DÜNYASINA/Halkın dünyasına bir işçi kadar inanmak istersin”mısralarını ise doğrudan baba figürünün somutlanmasına yönelik olarak anlamamız isabetli olur. Bununla birlikte şiir, anmanın ve baba figürünü temyiz etmenin ötesinde varoluşsal bir atmosfer, bir imgelem sürecine kanalize edilerek anlam dünyası çoğullaştırılmaktadır. Dolayısıyla burada bir anma şiirinin aynı zamanda varoluşsal bir şiir haline gelebildiğini görüyoruz. Varoluşsal şiirden kastettiğim tabiî ki varoluşçuluk değil; öznel bilinç ve halleri bir iradeye (aksiyoma) doğru evirmekle tebarüz eden poetik söylemleşme biçimleridir. Ancak varoluşsal karakteristik, söylemsel unsurlar arasında içsel bağlar kurmayı gerektirir. Varoluşsal şiirde söylem, organikleşmek zorunluğundadır; dahası organikleşme sürecini tezahür ettiren oluşsal bir niteliği haizdir. Başka deyişle zihin veya gözlem, görüntü, bulgu şiiri değil, içsel ve/veya dışsal nitelikli bir hareketin, iradenin şiiridir.
Varoluşsal şiirde atmosfer, bilhassa böyle bir hareketi doğurucu etkisiyle ayrı bir önem taşır; duyuştan duyarlığa, duyarlıktan harekete doğru evrilecek bir öznelliğin oluşumuna imaj, ritim, ses, yineleme, envanterizm vb. anlatım biçimleriyle destek verir. Varoluşsal bir düzleme taşınmasına ve buna paralel şekilde gerekli atmosferi yer yer sağlamasına rağmen, Celep’in şiirindeki temel sorun söylemsel omurganın yeterince geliştirilmemiş olmasından kaynaklanmaktadır. Belli söylemsel zafiyetler sebebiyle mesela şairin “Yunus’u erteleme”ye dair söyleminin ne anlama geldiğini anlamak zorlaşıyor. Bu erteleyişe “Şimdi Yunus gibi çağlamanın vakti değil artık/Vaktidir soyut acılar çektin somuta in” mısralarından hareketle gerçeklik dünyasıyla hesaplaşma arzusunun sebep olduğu söylenebilir. Ancak şiirin üzerine oturtulduğu bu söylemsel/tematik bağlam “Yunus’un evinin içini aydınlattığını düşünmenin zamanı/değil artık” gibi mısralarla da pekiştirilmişken, bilahare Yunus Emre’yi referans alan bir hayat tarzının methiyesinin yapılmasını anlamak pek kolay olmamaktadır. Burada Yunus Emre’yle ilgili bir değilleme var yok tartışması bir yana, sözkonusu bağdaştırmayı en azından şiirin kendi iç mantığında oluşturabilmek gerekiyor. “Metropollerde Yunus, büyük şehirlerde/Manifaturacılarda, marketlerde Yunus/Yataktan Yunus! Diye kalkılır sabahları”. Celep’în şiirdesöylemsel omurgalaşmayı önemsemesi gerekiyor. Atmosfer, duyarlık, enerji, tamam; ancak bunları söylemsel (imgesel) bir omurgaya kavuşturmadan olmaz. Bu da belli ölçüde bir otokontrol meselesidir.
Yorumlar